Günümüzde Çaykara, Sürmene, Köprübaşı ve Tonya ilçelerinde Kurtoğlu sülâleleri bulunmaktadır. Bunun bir yansıması olsa gerektir ki Trabzon merkez ilçe, Akçaabat, Araklı, Arsin, Beşikdüzü, Çarşıbaşı, Çaykara, Dernekpazarı, Düzköy, Hayrat, Köprübaşı, Maçka, Of, Sürmene, Tonya, Vakfıkebir ilçe ve köylerinde yüzlerce ailenin soyadı Kurt’tur. Yine Trabzon merkez ilçe, Akçaabat, Arsin, Beşikdüzü, Çaykara, Sürmene ve Vakfıkebir ilçe ve köylerinde Kurtoğlu soyadını taşıyan onlarca aile oturmaktadır.
Trabzon ve yöresinde İslamiyet öncesi Türk kültürü unsurlarının
canlı biçimde yaşaması, bu bölgeye diğer Türk boylarının Oğuz Türklerinden çok önce gelip yerleşmesi ile ilgili olmalıdır. Gerçekte Türkiye’nin en önce Türkleşen bölgesi, Trabzon ve çevresidir. Tarih içerisinde Hun Türkleri, Bulgar Türkleri, Alanlar, Sabarlar, Hazar Türkleri, Yahudi Hazar Türkleri,
Macar Türkleri, Uz Türkleri, Avarlar, Karluk Türkleri, Kuman/Kıpçak
Türkleri, Kırgız Türkleri, Peçenekler çeşitli zamanlarda ve çeşitli sebeplerle Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleşmişlerdir. Bu yöre ile ilgili tarihî kaynaklar, eski yer isimleri, mimarî eser kalıntılarından elde edilen bilgiler, Osmanlı döneminde kaleme alınan
Tahrir Defterleri, Karadeniz Bölgesi ağız özellikleri, insan yapısı,
sülâle isimleri, halk oyunları, halk mimarîsi, halk takvimi yani hemen her şey bunu açıkça ortaya koymaktadır. İslamiyet öncesi
Türk destanlarının unutulmamış olmasını da bu delillere ekleyebiliriz.
Gökberk ÇETİNKAYA
Araştırmacı Yazar Gökberk ÇETİNKAYA'nın ceşitli kaynaklardan derlediği yazılar.
Bu Blogda Ara
14 Mart 2020 Cumartesi
13 Mart 2020 Cuma
5 Mart 2020 Perşembe
Atatürk Olmasaydı da Türkiye Bir Şekilde Bağımsız Olabilirdi, Ama..
Atatürk Olmasaydı da Türkiye Bir Şekilde Bağımsız Olabilirdi, Ama..
Atatürk olmasaydı ülke kurulur muydu? Bu sorunun cevabı için “olabilirdi” demek lazım. Tedricen belirli sınırların içinde kurulurdu, ama söz gelimi İzmir ve geniş hinterlandı (ard ülke) bizim olmazdı. Oraya Yunanlılar gelir, yerleşirlerdi. İşgalin ilk zamanındaki oradaki yerli Yunanlıların ve Venizelos Hükûmeti’nin kozmopolit Levantenler ile anlaşamadığı belliydi ama elbet anlaşırlardı. Bunlar tüccardı ve Yunan anakarasından nüfus sürekli geliyordu, daha da hızlandırıldı. Çünkü İzmir ve hinterlandı adalara sürülen insanlar için çok bereketliydi, cennetti. Türkiye de garip bir olarak ortaya çıkardı ki Türk milleti ortadan kalkacak değildi. O zaman nüfus 13 milyondu. Bu önemli bir rakamdı ama bu harap nüfusun rehabilitasyonu, eğitimi çok yerinde sayardı, iktisadi, ve sınaî gelişme imkânı olmazdı.
“Demokrasi de gelirdi”, diyenler var. Demokrasi bir ülkeye ithal gelmez. Mütareke döneminde İstanbul’da sendika kurulmuş, Komünist partisi varmış , bazı filmler gösterimdeymiş gibi belirtiler yeterli değildir. Bunlarla bir topluma demokrasi gelip yerleşmez. Yerli halk, ülkenin sahipleri o ihtiyacı hissedip, demokrasiyi kendileri tesis etmelidir. Yirmi yaşındaki üniversiteli genç bazı filmleri görmek istiyorsa iyidir, sansür orada çatlamıştır. Ama millete talep yoksa o filmi getirip göstermek mümkün değildir ve ne ifade eder? Demokrasi mahallî tefekkürün kaynaması, mahallî müesseselerin gelişmesidir ki o da o kadar kolay bir gelişme değildir.
Farzımuhal, “Atatürk değil de Kâzım Karabekir Paşa devlet başkanı olsaydı”, deniliyor. Kâzım Karabekir bildiğiniz gibi yetenekli ve bilgili bir kurmay ve cesur bir kumandandı ve İsmet Paşa gibi çok dürüst ve inanmış birisiydi. Her iki paşa da yaşam biçimi olarak muhafazakârdı. İsmet Paşa’nın da Kâzım Paşa’nın da evlerinde bohem bir hayat tarzı yoktu. Kazım Karabekir tutucu bir adamdı. Mesela İzmir İktisat Kongresi’nde Latin harflerini reddetmiş ve “Kesinlikle olmaz, Azeriler saçmaladı” demiştir. İsmet Paşa’nın da harf devrimine sıcak baktığı söylenemezdi. Keza, Rauf Orbay daha muhafazakârdır. Birbirlerine benzerler, onlara benzemeyen kişi bizatihi Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa’dır.
Tarihi büyük ölçüde kişiler yapar. Birincisi, o bir örgütlenme dehasıydı. Kendini çok iyi kontrol etmesini biliyor, zamansız ileriye atılmıyor. Bu özellik 20. yüzyıl liderlerinin ekserisinde yoktur. İkincisi, fevkalade bir zamanlama tekniği yanında, bilinecek şeyleri çok iyi biliyor, tecrübelerini çok iyi kullanabiliyordu. Bütün o subay takımının sınırsız tecrübesi ve dünya görgüsü vardı. Onların içinde bu eğitimi kullanmasını en iyi o biliyordu ve üzerinde durmamız gereken husus, Mustafa Kemal’in hiçbir zaman ve zeminin olumsuzluklarına teslim olmamış olmasıdır. Çok önemli bir özellik; İstiklâl savaşı başladığı zaman, Birin Dünya Savaşı’nın hatalarının da etkisiyle bir daha harbe girmeyelim diyenler vardır. Bence onların hepsine hain denmez, çünkü ileriyi görememişlerdir. Bir de “Şimdi şurada dur fazla ileri gitme” diyenler oldu. Mesela Bati Anadolu’nun hiçbir şekilde kurtarılacağına inanmayan, bir sürü İstiklâl Savaşı kumandanı bile var. Eğer hedefi ileriye koyarsan o bir dehadır ve deha dâhilere has bir inattır.
Siyaset olarak da öyledir; dehadır. Ama askerî dehası şu; ricat savaşını bir bozguna değil bir politikaya, bir askeri stratejiye çevirmiştir. Askerini iyi tanıyor, seviyor ve güven veriyordu. Bizim siyasi edebiyatımızda ilk defa Taner Timur, Carlyle ve Tolstoy’a başvurarak tarihte ferdin rolünü tartıştı. Muhteşem portre örnekleri kullanan Thomas Carlyle, tarihi fert yapar, diye özetlenir. Tolstoy ise “Fert çürüyen kayayı parmağıyla devirir” der. Bu görüş kalabalığında Atatürk’ü yerine koymak ve yerini tespit için çok mürekkepİlber Ortaylı - Gazi Mustafa Kemal Atatürk - S: 308, 309, 310, 311
Atatürk olmasaydı ülke kurulur muydu? Bu sorunun cevabı için “olabilirdi” demek lazım. Tedricen belirli sınırların içinde kurulurdu, ama söz gelimi İzmir ve geniş hinterlandı (ard ülke) bizim olmazdı. Oraya Yunanlılar gelir, yerleşirlerdi. İşgalin ilk zamanındaki oradaki yerli Yunanlıların ve Venizelos Hükûmeti’nin kozmopolit Levantenler ile anlaşamadığı belliydi ama elbet anlaşırlardı. Bunlar tüccardı ve Yunan anakarasından nüfus sürekli geliyordu, daha da hızlandırıldı. Çünkü İzmir ve hinterlandı adalara sürülen insanlar için çok bereketliydi, cennetti. Türkiye de garip bir olarak ortaya çıkardı ki Türk milleti ortadan kalkacak değildi. O zaman nüfus 13 milyondu. Bu önemli bir rakamdı ama bu harap nüfusun rehabilitasyonu, eğitimi çok yerinde sayardı, iktisadi, ve sınaî gelişme imkânı olmazdı.
“Demokrasi de gelirdi”, diyenler var. Demokrasi bir ülkeye ithal gelmez. Mütareke döneminde İstanbul’da sendika kurulmuş, Komünist partisi varmış , bazı filmler gösterimdeymiş gibi belirtiler yeterli değildir. Bunlarla bir topluma demokrasi gelip yerleşmez. Yerli halk, ülkenin sahipleri o ihtiyacı hissedip, demokrasiyi kendileri tesis etmelidir. Yirmi yaşındaki üniversiteli genç bazı filmleri görmek istiyorsa iyidir, sansür orada çatlamıştır. Ama millete talep yoksa o filmi getirip göstermek mümkün değildir ve ne ifade eder? Demokrasi mahallî tefekkürün kaynaması, mahallî müesseselerin gelişmesidir ki o da o kadar kolay bir gelişme değildir.
Farzımuhal, “Atatürk değil de Kâzım Karabekir Paşa devlet başkanı olsaydı”, deniliyor. Kâzım Karabekir bildiğiniz gibi yetenekli ve bilgili bir kurmay ve cesur bir kumandandı ve İsmet Paşa gibi çok dürüst ve inanmış birisiydi. Her iki paşa da yaşam biçimi olarak muhafazakârdı. İsmet Paşa’nın da Kâzım Paşa’nın da evlerinde bohem bir hayat tarzı yoktu. Kazım Karabekir tutucu bir adamdı. Mesela İzmir İktisat Kongresi’nde Latin harflerini reddetmiş ve “Kesinlikle olmaz, Azeriler saçmaladı” demiştir. İsmet Paşa’nın da harf devrimine sıcak baktığı söylenemezdi. Keza, Rauf Orbay daha muhafazakârdır. Birbirlerine benzerler, onlara benzemeyen kişi bizatihi Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa’dır.
Tarihi büyük ölçüde kişiler yapar. Birincisi, o bir örgütlenme dehasıydı. Kendini çok iyi kontrol etmesini biliyor, zamansız ileriye atılmıyor. Bu özellik 20. yüzyıl liderlerinin ekserisinde yoktur. İkincisi, fevkalade bir zamanlama tekniği yanında, bilinecek şeyleri çok iyi biliyor, tecrübelerini çok iyi kullanabiliyordu. Bütün o subay takımının sınırsız tecrübesi ve dünya görgüsü vardı. Onların içinde bu eğitimi kullanmasını en iyi o biliyordu ve üzerinde durmamız gereken husus, Mustafa Kemal’in hiçbir zaman ve zeminin olumsuzluklarına teslim olmamış olmasıdır. Çok önemli bir özellik; İstiklâl savaşı başladığı zaman, Birin Dünya Savaşı’nın hatalarının da etkisiyle bir daha harbe girmeyelim diyenler vardır. Bence onların hepsine hain denmez, çünkü ileriyi görememişlerdir. Bir de “Şimdi şurada dur fazla ileri gitme” diyenler oldu. Mesela Bati Anadolu’nun hiçbir şekilde kurtarılacağına inanmayan, bir sürü İstiklâl Savaşı kumandanı bile var. Eğer hedefi ileriye koyarsan o bir dehadır ve deha dâhilere has bir inattır.
Siyaset olarak da öyledir; dehadır. Ama askerî dehası şu; ricat savaşını bir bozguna değil bir politikaya, bir askeri stratejiye çevirmiştir. Askerini iyi tanıyor, seviyor ve güven veriyordu. Bizim siyasi edebiyatımızda ilk defa Taner Timur, Carlyle ve Tolstoy’a başvurarak tarihte ferdin rolünü tartıştı. Muhteşem portre örnekleri kullanan Thomas Carlyle, tarihi fert yapar, diye özetlenir. Tolstoy ise “Fert çürüyen kayayı parmağıyla devirir” der. Bu görüş kalabalığında Atatürk’ü yerine koymak ve yerini tespit için çok mürekkepİlber Ortaylı - Gazi Mustafa Kemal Atatürk - S: 308, 309, 310, 311
1 Mart 2020 Pazar
Atatürk Olmasaydı da Türkiye Bir Şekilde Bağımsız Olabilirdi, Ama..
Atatürk Olmasaydı da Türkiye Bir Şekilde Bağımsız Olabilirdi, Ama..
Atatürk olmasaydı ülke kurulur muydu? Bu sorunun cevabı için “olabilirdi” demek lazım. Tedricen belirli sınırların içinde kurulurdu, ama söz gelimi İzmir ve geniş hinterlandı (ard ülke) bizim olmazdı. Oraya Yunanlılar gelir, yerleşirlerdi. İşgalin ilk zamanındaki oradaki yerli Yunanlıların ve Venizelos Hükûmeti’nin kozmopolit Levantenler ile anlaşamadığı belliydi ama elbet anlaşırlardı. Bunlar tüccardı ve Yunan anakarasından nüfus sürekli geliyordu, daha da hızlandırıldı. Çünkü İzmir ve hinterlandı adalara sürülen insanlar için çok bereketliydi, cennetti. Türkiye de garip bir olarak ortaya çıkardı ki Türk milleti ortadan kalkacak değildi. O zaman nüfus 13 milyondu. Bu önemli bir rakamdı ama bu harap nüfusun rehabilitasyonu, eğitimi çok yerinde sayardı, iktisadi, ve sınaî gelişme imkânı olmazdı.
“Demokrasi de gelirdi”, diyenler var. Demokrasi bir ülkeye ithal gelmez. Mütareke döneminde İstanbul’da sendika kurulmuş, Komünist partisi varmış , bazı filmler gösterimdeymiş gibi belirtiler yeterli değildir. Bunlarla bir topluma demokrasi gelip yerleşmez. Yerli halk, ülkenin sahipleri o ihtiyacı hissedip, demokrasiyi kendileri tesis etmelidir. Yirmi yaşındaki üniversiteli genç bazı filmleri görmek istiyorsa iyidir, sansür orada çatlamıştır. Ama millete talep yoksa o filmi getirip göstermek mümkün değildir ve ne ifade eder? Demokrasi mahallî tefekkürün kaynaması, mahallî müesseselerin gelişmesidir ki o da o kadar kolay bir gelişme değildir.
Farzımuhal, “Atatürk değil de Kâzım Karabekir Paşa devlet başkanı olsaydı”, deniliyor. Kâzım Karabekir bildiğiniz gibi yetenekli ve bilgili bir kurmay ve cesur bir kumandandı ve İsmet Paşa gibi çok dürüst ve inanmış birisiydi. Her iki paşa da yaşam biçimi olarak muhafazakârdı. İsmet Paşa’nın da Kâzım Paşa’nın da evlerinde bohem bir hayat tarzı yoktu. Kazım Karabekir tutucu bir adamdı. Mesela İzmir İktisat Kongresi’nde Latin harflerini reddetmiş ve “Kesinlikle olmaz, Azeriler saçmaladı” demiştir. İsmet Paşa’nın da harf devrimine sıcak baktığı söylenemezdi. Keza, Rauf Orbay daha muhafazakârdır. Birbirlerine benzerler, onlara benzemeyen kişi bizatihi Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa’dır.
Tarihi büyük ölçüde kişiler yapar. Birincisi, o bir örgütlenme dehasıydı. Kendini çok iyi kontrol etmesini biliyor, zamansız ileriye atılmıyor. Bu özellik 20. yüzyıl liderlerinin ekserisinde yoktur. İkincisi, fevkalade bir zamanlama tekniği yanında, bilinecek şeyleri çok iyi biliyor, tecrübelerini çok iyi kullanabiliyordu. Bütün o subay takımının sınırsız tecrübesi ve dünya görgüsü vardı. Onların içinde bu eğitimi kullanmasını en iyi o biliyordu ve üzerinde durmamız gereken husus, Mustafa Kemal’in hiçbir zaman ve zeminin olumsuzluklarına teslim olmamış olmasıdır. Çok önemli bir özellik; İstiklâl savaşı başladığı zaman, Birin Dünya Savaşı’nın hatalarının da etkisiyle bir daha harbe girmeyelim diyenler vardır. Bence onların hepsine hain denmez, çünkü ileriyi görememişlerdir. Bir de “Şimdi şurada dur fazla ileri gitme” diyenler oldu. Mesela Bati Anadolu’nun hiçbir şekilde kurtarılacağına inanmayan, bir sürü İstiklâl Savaşı kumandanı bile var. Eğer hedefi ileriye koyarsan o bir dehadır ve deha dâhilere has bir inattır.
Siyaset olarak da öyledir; dehadır. Ama askerî dehası şu; ricat savaşını bir bozguna değil bir politikaya, bir askeri stratejiye çevirmiştir. Askerini iyi tanıyor, seviyor ve güven veriyordu. Bizim siyasi edebiyatımızda ilk defa Taner Timur, Carlyle ve Tolstoy’a başvurarak tarihte ferdin rolünü tartıştı. Muhteşem portre örnekleri kullanan Thomas Carlyle, tarihi fert yapar, diye özetlenir. Tolstoy ise “Fert çürüyen kayayı parmağıyla devirir” der. Bu görüş kalabalığında Atatürk’ü yerine koymak ve yerini tespit için çok mürekkep akıtılacaktır.
___________________________________________________________________________________
İlber Ortaylı - Gazi Mustafa Kemal Atatürk - S: 308, 309, 310, 311
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)